Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının (AFAD) internet sitesinde yer alan bilgiye göre, saat 05.55’te merkez üssü Aladağ olan 4,1 büyüklüğünde deprem meydana geldi.
Depremin 9,26 kilometre derinlikte kaydedildi.
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), Akdeniz açıklarında 5.0 büyüklüğünde bir depremin gerçekleştiğini bildirdi. AFAD’ın açıklamasına göre, deprem bugün saat 07.01’de meydana geldi.
Çoğu insanın sesimi duyduğunu zannediyorum ama söylediklerim yeterince ciddiye alınmıyor gibi… Ciddiye alınmamak değil de umursayan yok gibi! “Hoca bunları söylüyor ama bana bir şey olmaz” gibi bir rahatlık var. Bir umursamazlıktır gidiyor… Kahramanmaraş depremlerinin ardından “deprem dirençli kentler” yaratmak adına çalışma başlattım ve seçimden hemen önce İstanbul’un belediye başkan adayları, ilçeler dahil, Anadolu’dan da en az 300- 400 aday, bu çalışmamı desteklediklerini yazdı bana. “Eğer kazanırsak bu çalışmayı yapacağız” beyanında bulundular. Ben de bu beyanlarını halka duyurdum. Seçim bitti… (Gülüyor) Hani neredeler? Başka işlere koyuldular. Yani yaptıkları diğer işleri küçümsemek için söylemiyorum ama o yapılan işler deprem ile kıyasladığında inan hiçbir şey… Depremi dillerine bile getirmiyorlar.
Haberin Devamı
Citroen C4 X Kampanyası
Citroën
En iyi otellerde en uygun fiyatlar! Hemen inceleyin!
otelz
by Taboola
DEPREMDEN TASARRUF OLMAZ
* Niye sizce?
Birincisi, diğer vaatleri; çaylı, sohbetli, laylaylom, sosyal işleri gerçekleştirmek daha kolay. İkincisi vitrine oynuyorlar. Üçüncüsü de oy için… “Bak! Başkan çalışıyor!” dedirtmek için. İyi de belediyeler sadece sosyal işler için mi var? Deprem var, deprem! Şakası yok bunun. Öldürüyor. Ne yapılması gerektiğini de iyi biliyorsun, neyi bekliyorsunuz?
* Bütçe meselesi mi?
Çoğunda aynı laf: “Yapacağım ama para yok!” Ya olsun. Paramız olmasa bile bu bizim derdimiz olur. Derdimiz olursa devlet de bu işin peşine düşer. Son günlerde içinde bulunduğumuz ekonomik sıkıntıları gidermek adına hem iktidar hem muhalefetin dilinde aynı söz var: ‘Tasarruf.’ Bu kapsamda bir kararname yayımlandı. Ancak depremle alakalı yapılması gereken birçok iş maalesef tasarrufa takılıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Diğer tüm konularda tutumlu olabilirsin ama depremden tasarruf olmaz! Yüzbinlerce insanı topun ağzına koyamazsın. Öteki türlüsü özür dilerim ama vitrine oynamak… Ha o partinin belediye başkanı ha bu partinin… Fark etmez! Demek, bu siyasetçilerin hepsi aynı…
OLASI İSTANBUL DEPREMİ NE ZAMAN
Türkiye, aktif faylarla örülü bir ülkedir. Ki Marmara Denizi altında da canlı fay var ve bu illa harekete geçecek. Buradaki mesele, deprem kaç büyüklüğünde olacak? 7 ve altında olursa nispeten daha az zarar olur. Ancak İstanbul- nüfusu 20 milyona dayanmış, gecekondu mantığı ile inşa edilmiş bu hali ile- 7 ve üzeri bir depreme yakalanırsa, kıyamet olur… Acılarımız büyük olur. Nerede olacak? Adaların güneyindeki fay kırılırsa o zaman ağırlıklı olarak Anadolu, Kumburgaz fayı kırılırsa ağırlıklı olarak Avrupa Yakası etkilenir. Zemin nasıl? Hesaplama yaparken baktığımız bir önemli noktada zemindir. Avrupa yakasında zemin genellikle kötü, Anadolu yakasında ise göreceli iyidir. Depremin merkez üssü neresi? Marmara kıyısında, denize 10-15 km. yakın bir mesafedeysen kıyametin içindesin demektir. Ve en önemli nokta yapının durumu nedir? En kötü noktada otursan bile eğer yönetmeliğe uygun, kaçağı olmayan, iyi bir mühendislik hizmeti alınarak yani demiri, betonu açısından kaliteden taviz verilmeden yapılmış bir binada yaşıyorsan o evden sağ çıkma olasılığın çok yüksek. Bunda anlamayacak bir şey yok değil mi? Bence yok ama anlamak istemeyen çok! Her an her yerde olabilecek bir depremi az hasar ya da hasarsız atlatmak ancak dirençli yerleşimler kurulması ile mümkündür. Diyeceksin ki ‘Ama komşular yanaşmıyor…’ O zaman sesini çıkaracaksın, mahkemeye gideceksin, devletten, belediyelerden, yetkililerden hesap soracaksın. Yapmıyor mu? Oy vermeyeceksin… Ölmek istemiyorsan durum bu!
‘AY DUYMAK İSTEMİYORUM’ DİYENİ CİDDİYE ALAMIYORUM
* Siz yazınca ya da ekrana çıkıp uyarınca… Bir kesim var ki “Yine konuştu! Felaket tellalı” diyorlar. Var mı bir cevabınız?
Diyorlar da… Bir yandan da ölüyoruz. 1999’dan bugüne… 200 binden fazla ölüm oldu. Ve sen hiçbir şey olmamış gibi, “Ay! Duymak istemiyorum” diyorsun. Yani saygı duyuyorum kendi düşüncesi ama bu insanları pek ciddiye alamıyorum. Onlarla bir yere varamayız.
BENİ BUGÜNLERE GETİREN ATATÜRK CUMHURİYETİ’DİR
* Son kitabınızı, “Sesimi duymayan kaldı mı?” nehir söyleşi formatında, Semin Gümüşel Güner ile Ayşe Karabat hazırladı. Okuma yazma bilmeyen anne ile marangoz bir babanın 1947’te Elazığ’da dünyaya gelen üçüncü çocuğusunuz ve Cumhuriyet’in sunduğu imkânlarla önemli bir biliminsanı olma yolculuğunuz samimi bir dille anlatılıyor bu kitapta. O günlere dönsek…
Babama dair hatırlayabildiğim iki sahne var aklımda. Biri, son günlerinde benden su istemesi, diğeri de komşu teyzelerin gelip, “Baban öldü” demesi. Ablam, ben küçükken evlenmiş. Ağabeyim evi terk etmiş. Tek büyüdüm. Dede dediğim zat baktı bana. İlkokula giderken ayakkabıcıda çıraklık da yaptım, kitap sattım. Son derece fakirdik. Bir bilinçle değil ama okumayı severdim. Teksas, Tommiks, Red-Kit… Sonra klasikler… Kitaplar genişletti ufkumu. Başka bir dünyanın kapısını araladı. Benim büyüdüğüm mahallede okumak önemliydi. Çok arkadaşım da benim gibiydi.
YENİ NESİL MEKANİK
* Ne mutlu size! Şimdiki çocuklara neredeyse silah zoruyla okutuyoruz kitap. Varsa yoksa internet. Kızıyor musunuz yeni nesile?
Kızmak değil de bu durum beni ürkütüyor. Zira tüm günü telefonla, bilgisayarla geçiren çocukların beyinlerini tam kapasite çalıştırdıklarını düşünmüyorum. Haliyle sadece basit komutları algılıyor ve yapabiliyorlar maalesef. Mekanikler. Bilgiyi sadece görüyorlar ama harmanlayamıyor, sentezleyemiyorlar. Yeni emekli oldum öğretim üyeliğinden. Birçok öğrencim üzülerek söylüyorum derinlikten, yaratıcılıktan, bilgiyi yorumlamaktan uzaktı.
ADALETE İNANCIMIZI YİTİRDİK
* Eğitimde yıllar içinde çok fazla değişiklikler yapıldı… Bunu kastediyorsunuz sanırım…
Sana bir örnek vereyim: Teknik Üniversite bursunu alan 6 kişiden biriydim; fakir, okuma yazma bilmeyen bir ailenin çocuğu. Ne ailem ne komşular ne akrabalar… Biri bile “Bu çocuğun babası yok, parası yok, okuyamaz!” demedi. Biliyorlardı ki “Bu çocuk çalışırsa adam olur.” Çünkü önümün kesilebileceği, çelme yiyebileceğim gibi bir duyguya sahip değillerdi. Çünkü Atatürk Cumhuriyeti’ne, devlete ve adalete güven, Atatürk ilkelerine sevgi ve bağlılık vardı. Sistem çalışanın önünü açıyordu. Şimdi? Adalete, hak ve hukuka olan inancımızı yitirmiş durumdayız. Şimdi daha çok “Okusam ne olacak?” düşüncesi hâkim. Haksız da değiller! Bir bakıyorsun alakası olmayanlar alakası olmayan yerlerdeler.
Kaynak : hurriyet.com.tr
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının (AFAD) internet sitesinde yer alan bilgiye göre, saat 05.55’te merkez üssü Aladağ olan 4,1 büyüklüğünde deprem meydana geldi.
Depremin 9,26 kilometre derinlikte kaydedildi.
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), Akdeniz açıklarında 5.0 büyüklüğünde bir depremin gerçekleştiğini bildirdi. AFAD’ın açıklamasına göre, deprem bugün saat 07.01’de meydana geldi.
Çoğu insanın sesimi duyduğunu zannediyorum ama söylediklerim yeterince ciddiye alınmıyor gibi… Ciddiye alınmamak değil de umursayan yok gibi! “Hoca bunları söylüyor ama bana bir şey olmaz” gibi bir rahatlık var. Bir umursamazlıktır gidiyor… Kahramanmaraş depremlerinin ardından “deprem dirençli kentler” yaratmak adına çalışma başlattım ve seçimden hemen önce İstanbul’un belediye başkan adayları, ilçeler dahil, Anadolu’dan da en az 300- 400 aday, bu çalışmamı desteklediklerini yazdı bana. “Eğer kazanırsak bu çalışmayı yapacağız” beyanında bulundular. Ben de bu beyanlarını halka duyurdum. Seçim bitti… (Gülüyor) Hani neredeler? Başka işlere koyuldular. Yani yaptıkları diğer işleri küçümsemek için söylemiyorum ama o yapılan işler deprem ile kıyasladığında inan hiçbir şey… Depremi dillerine bile getirmiyorlar.
Haberin Devamı
Citroen C4 X Kampanyası
Citroën
En iyi otellerde en uygun fiyatlar! Hemen inceleyin!
otelz
by Taboola
DEPREMDEN TASARRUF OLMAZ
* Niye sizce?
Birincisi, diğer vaatleri; çaylı, sohbetli, laylaylom, sosyal işleri gerçekleştirmek daha kolay. İkincisi vitrine oynuyorlar. Üçüncüsü de oy için… “Bak! Başkan çalışıyor!” dedirtmek için. İyi de belediyeler sadece sosyal işler için mi var? Deprem var, deprem! Şakası yok bunun. Öldürüyor. Ne yapılması gerektiğini de iyi biliyorsun, neyi bekliyorsunuz?
* Bütçe meselesi mi?
Çoğunda aynı laf: “Yapacağım ama para yok!” Ya olsun. Paramız olmasa bile bu bizim derdimiz olur. Derdimiz olursa devlet de bu işin peşine düşer. Son günlerde içinde bulunduğumuz ekonomik sıkıntıları gidermek adına hem iktidar hem muhalefetin dilinde aynı söz var: ‘Tasarruf.’ Bu kapsamda bir kararname yayımlandı. Ancak depremle alakalı yapılması gereken birçok iş maalesef tasarrufa takılıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Diğer tüm konularda tutumlu olabilirsin ama depremden tasarruf olmaz! Yüzbinlerce insanı topun ağzına koyamazsın. Öteki türlüsü özür dilerim ama vitrine oynamak… Ha o partinin belediye başkanı ha bu partinin… Fark etmez! Demek, bu siyasetçilerin hepsi aynı…
OLASI İSTANBUL DEPREMİ NE ZAMAN
Türkiye, aktif faylarla örülü bir ülkedir. Ki Marmara Denizi altında da canlı fay var ve bu illa harekete geçecek. Buradaki mesele, deprem kaç büyüklüğünde olacak? 7 ve altında olursa nispeten daha az zarar olur. Ancak İstanbul- nüfusu 20 milyona dayanmış, gecekondu mantığı ile inşa edilmiş bu hali ile- 7 ve üzeri bir depreme yakalanırsa, kıyamet olur… Acılarımız büyük olur. Nerede olacak? Adaların güneyindeki fay kırılırsa o zaman ağırlıklı olarak Anadolu, Kumburgaz fayı kırılırsa ağırlıklı olarak Avrupa Yakası etkilenir. Zemin nasıl? Hesaplama yaparken baktığımız bir önemli noktada zemindir. Avrupa yakasında zemin genellikle kötü, Anadolu yakasında ise göreceli iyidir. Depremin merkez üssü neresi? Marmara kıyısında, denize 10-15 km. yakın bir mesafedeysen kıyametin içindesin demektir. Ve en önemli nokta yapının durumu nedir? En kötü noktada otursan bile eğer yönetmeliğe uygun, kaçağı olmayan, iyi bir mühendislik hizmeti alınarak yani demiri, betonu açısından kaliteden taviz verilmeden yapılmış bir binada yaşıyorsan o evden sağ çıkma olasılığın çok yüksek. Bunda anlamayacak bir şey yok değil mi? Bence yok ama anlamak istemeyen çok! Her an her yerde olabilecek bir depremi az hasar ya da hasarsız atlatmak ancak dirençli yerleşimler kurulması ile mümkündür. Diyeceksin ki ‘Ama komşular yanaşmıyor…’ O zaman sesini çıkaracaksın, mahkemeye gideceksin, devletten, belediyelerden, yetkililerden hesap soracaksın. Yapmıyor mu? Oy vermeyeceksin… Ölmek istemiyorsan durum bu!
‘AY DUYMAK İSTEMİYORUM’ DİYENİ CİDDİYE ALAMIYORUM
* Siz yazınca ya da ekrana çıkıp uyarınca… Bir kesim var ki “Yine konuştu! Felaket tellalı” diyorlar. Var mı bir cevabınız?
Diyorlar da… Bir yandan da ölüyoruz. 1999’dan bugüne… 200 binden fazla ölüm oldu. Ve sen hiçbir şey olmamış gibi, “Ay! Duymak istemiyorum” diyorsun. Yani saygı duyuyorum kendi düşüncesi ama bu insanları pek ciddiye alamıyorum. Onlarla bir yere varamayız.
BENİ BUGÜNLERE GETİREN ATATÜRK CUMHURİYETİ’DİR
* Son kitabınızı, “Sesimi duymayan kaldı mı?” nehir söyleşi formatında, Semin Gümüşel Güner ile Ayşe Karabat hazırladı. Okuma yazma bilmeyen anne ile marangoz bir babanın 1947’te Elazığ’da dünyaya gelen üçüncü çocuğusunuz ve Cumhuriyet’in sunduğu imkânlarla önemli bir biliminsanı olma yolculuğunuz samimi bir dille anlatılıyor bu kitapta. O günlere dönsek…
Babama dair hatırlayabildiğim iki sahne var aklımda. Biri, son günlerinde benden su istemesi, diğeri de komşu teyzelerin gelip, “Baban öldü” demesi. Ablam, ben küçükken evlenmiş. Ağabeyim evi terk etmiş. Tek büyüdüm. Dede dediğim zat baktı bana. İlkokula giderken ayakkabıcıda çıraklık da yaptım, kitap sattım. Son derece fakirdik. Bir bilinçle değil ama okumayı severdim. Teksas, Tommiks, Red-Kit… Sonra klasikler… Kitaplar genişletti ufkumu. Başka bir dünyanın kapısını araladı. Benim büyüdüğüm mahallede okumak önemliydi. Çok arkadaşım da benim gibiydi.
YENİ NESİL MEKANİK
* Ne mutlu size! Şimdiki çocuklara neredeyse silah zoruyla okutuyoruz kitap. Varsa yoksa internet. Kızıyor musunuz yeni nesile?
Kızmak değil de bu durum beni ürkütüyor. Zira tüm günü telefonla, bilgisayarla geçiren çocukların beyinlerini tam kapasite çalıştırdıklarını düşünmüyorum. Haliyle sadece basit komutları algılıyor ve yapabiliyorlar maalesef. Mekanikler. Bilgiyi sadece görüyorlar ama harmanlayamıyor, sentezleyemiyorlar. Yeni emekli oldum öğretim üyeliğinden. Birçok öğrencim üzülerek söylüyorum derinlikten, yaratıcılıktan, bilgiyi yorumlamaktan uzaktı.
ADALETE İNANCIMIZI YİTİRDİK
* Eğitimde yıllar içinde çok fazla değişiklikler yapıldı… Bunu kastediyorsunuz sanırım…
Sana bir örnek vereyim: Teknik Üniversite bursunu alan 6 kişiden biriydim; fakir, okuma yazma bilmeyen bir ailenin çocuğu. Ne ailem ne komşular ne akrabalar… Biri bile “Bu çocuğun babası yok, parası yok, okuyamaz!” demedi. Biliyorlardı ki “Bu çocuk çalışırsa adam olur.” Çünkü önümün kesilebileceği, çelme yiyebileceğim gibi bir duyguya sahip değillerdi. Çünkü Atatürk Cumhuriyeti’ne, devlete ve adalete güven, Atatürk ilkelerine sevgi ve bağlılık vardı. Sistem çalışanın önünü açıyordu. Şimdi? Adalete, hak ve hukuka olan inancımızı yitirmiş durumdayız. Şimdi daha çok “Okusam ne olacak?” düşüncesi hâkim. Haksız da değiller! Bir bakıyorsun alakası olmayanlar alakası olmayan yerlerdeler.
Kaynak : hurriyet.com.tr